26 Tem 2011

GELİŞEN TÜRKİYE AVRUPA’NIN BİR PARÇASI


Avrupa Birliği uzun yıllar boyunca, çok büyük ve çok fakir olduğunu söyleyerek Türkiye’nin Birliğe ait olmadığını söyledi durdu. Şimdi borç krizi, avro bölgesini batmanın eşiğine getirmişken Türkiye ekonomisi gelişiyor.



Haroon Siddiqui * / TİMETÜRK


Çin’in ardından, ikinci en büyük büyüme rakamına sahip ve ayrıca Avrupa’nın da en hızlı büyüyen ülkesi. Temel göstergeleri oldukça iyi durumda; düşük açık (GSYH’nın yüzde 2.8’i) ve borç stokunun GSYH’ya oranı da düşük (Türkiye’de yüzde 43 olan bu oran, İtalya’da yüzde 120 ve Yunanistan’da yüzde 130). İhracat rekor kırıyor (Kanada Post, Türkiye’de yapılmış 4800 Ford marka araç alıyor) ve AB vatandaşı yaklaşık 200 bin kişi Türkiye’de çalışıyor.


İnanması güç de olsa Türkiye’nin, Yunanistan’ın bugünkü hâlinden daha kötü durumda olduğu 10 yıl öncesini hatırlamakta yarar var. Enflasyon yüzde 75 ve faizlerde yüzde 100’lerdeydi. IMF’nin kurtarma paketini; mali disiplin, deregülasyonlar, daha düşük faizler ve iyi bir yönetim takip etti. Elbette şansları da yaver gitti. Küresel refah ortamı, rekor seviyede yabancı yatırıma yol açtı.


Ekonomi, yüzde 7 oranında büyüyor. Türkiye 2008’deki küresel krizden, hiçbir sektör için kurtarma paketi olmaksızın, Kanada’dan daha çabuk çıktı. Dünyanın hâlihazırda 17. sıradaki ekonomisi ve 10. sırayı hedefliyor.
Ancak tüm bunlara rağmen Avrupa Birliği, 1996’da Gümrük Birliğine katılmış olan ve 2005 yılından bu yana üyelik müzakerelerini yürüten Türkiye’yi kucaklamıyor.


Makul olmayan taleplerin bulunduğu bir ortamda, müzakere başlıklarından 35’i donmuş vaziyette. Örneğin, Ankara’dan hava ve deniz limanlarını, Kıbrıs bayraklı araçlara açması istendi. Ancak bunu kabul etmek demek, Kıbrıs hükûmetinin bölünmüş olan Adadaki hâkimiyetini kabul etmek anlamına geliyor.


2004 yılında Türkiye, Kofi Annan’ın barış planını kabul ederken Kıbrıslı Türkler de bunu referandumda kabul etti. Ancak Kıbrıslı Rumlar, planı reddetti. Buna rağmen Kıbrıs –Yunanistan’ın sekiz Doğu Avrupa ülkesinin girişini desteklemek için bunu koşul olarak öne sürmesiyle- Avrupa Birliğine kabul edildi. Avrupalı yetkililer, şimdilerde Kıbrıs’ın AB'ye alınmasının, büyük bir hata olduğunu kabul ediyorlar.


Avrupa’nın istatistik kurumu Eurostat’ın ortaya koyduğu veriler;


Türkiye’nin Bulgaristan, Romanya, Letonya, Polonya ve Litvanya’nın Birliğe girdiği dönemdekinden daha yüksek bir GSYH’ya sahip olduğunu ortaya koyuyor.


AB şimdilerde Türkiye’yi reddederken, Moldova ve Ukrayna ile vizeleri kaldırmayı görüşüyor.


2050’ye gelindiğinde, Avrupa’nın işgücü 50 milyon kadar noksan olacak. Türkiye, Avrupa’nın en büyük çalışan nüfusuna sahip. Türklerin sadece yüzde sekizi, 60 yaşın üzerinde (bu oran Avrupa’da yüzde 22.)


Türkiye’deki işgücü Avrupa’ya bakıldığında, haftada en fazla saat çalışan işgücü ve ayrıca yıl içinde raporlu gün sayısında da en geride yer alıyor.
Müslüman Türkiye’ye yönelik bağnaz muhalefeti gizlemek için sunulan bahaneler, bir bir ortaya çıkıyor.


Kısa süre önce Türkiye, Avusturya’nın eski Dışişleri Bakanı Ursula Plassnik’in, Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatının (AGİT) başına atanmasını veto etti. Salzburg’da İslam karşıtı zehrini kustuğunu gördükten sonra, bence de bu doğru bir karardı.


Hâlâ Türkiye’nin ihracatının yarısından fazlası Avrupa’ya yapılırken, dört yıl içerisinde GSYH’sının 26 trilyon dolar olması beklenen bir bölgede, komşularla ticaret katlanarak artıyor.


Türkiye’de kamuoyu da değişiyor. Pew kamuoyu anketine göre, AB’ye girilmesini isteyen yüzde 70'lik oran, şimdilerde yüzde 17’lere geriledi. Başbakan Tayyip Erdoğan, son seçim kampanyasında Avrupa’nın adını çok az zikretti.


Erdoğan’ın 12 Haziran seçimlerinde oyların yüzde 50’sini alarak üçüncü kez seçilmesinin ardından, eski İngiltere Dışişleri Bakanı Jack Straw şu açıklamayı yapmıştı: “Seçimleri kaybeden Avrupa’ydı.” Javier Solana ise “Şayet bir müze olmak yerine, küresel bir oyuncu olmak istiyorsa Avrupa’nın Türkiye‘ye ihtiyacı var” dedi.


Serbest piyasa ekonomisinin hakim olduğu istikrarlı bir demokrasiyle Türkiye, Arap Baharı’nda pek çoğuna model teşkil ediyor. Ülke ayrıca, Avrupa ile söz konusu sorunlu bölge arasında da bir ara bulucu.


ABD; Almanya, Fransa, Avusturya ve diğerlerine, Türkiye’ye daha açık olmaları konusunda yol gösterdi, ancak onlar bu duruma gücendiler. Kanada’nın devreye girmesi oldukça doğal karşılanabilirdi, ancak Stephen Harper hükûmeti uyuyor.


Kanada İhracatı Geliştirme birimi, Türkiye’yi “Kanada şirketleri için stratejik bir piyasa fırsatı olarak” değerlendiriyor. Ancak karşılıklı ticaret, yılda iki milyar doların altında seyrediyor. Geçtiğimiz sonbaharda Türkiye’nin Ticaret Bakanı Zafer Çağlayan, Serbest Ticaret Anlaşması konusunda durmuş olan görüşmeleri yeniden canlandırmak amacıyla Kanada’daydı. (Bu arada Kanada, Çağlayan’ın ziyaret ettiği 63’üncü ülkeydi ki, bu Türkiye’nin yeni enerjisi ve acelesini ortaya koyuyor.)


Çok geç olmadan Türkiye ile siyasi ve ekonomik alanda daha yakın ilişkiler tesis edilmesi, hem Kanada’nın hem de Batının yararına olur. Aksi hâlde kendimize şunu soracağız: “Türkiye’yi kaybeden kim?”


* The Star, Tercüme: BYEGM


Timetürk-26 Temmuz 2011 Salı - 12:29

Hiç yorum yok: