7 Şub 2011

KANUNİ’YE VE HÜRREM’E CEVAP HAKKI DOĞDU…


Salim AKDÜZ
ayduz@fstc.org.uk
(www.timeturk.com 05.02.2011)
Muhteşem Yüzyıl” isimli televizyon dizisinin, tabiri caizse beklenmedik bir anda ekranlarda boy göstermesi, adeta 1596 yılında Osmanlı ordusunun Haçova meydan muharebesinde karşılaştığı panik havasını hatırlattı bana.


 

Haçova Savaşı, 24–26 Ekim 1596 tarihleri arasında, Sultan III. Mehmed’in bizzat katıldığı bir seferde, Osmanlı ordusunun Avusturya (Nemçe) İmparatorluğu ve Erdel Krallığı kuvvetlerine karşı kazandığı bir zaferdir. Ancak Osmanlı tarihinde bu zafer, hiç beklenmedik bir bozgunun ve paniğin ardından kazanıldığı için ayrı bir öneme sahiptir.


 

Haçova Savaşı, 24–26 Ekim 1596 tarihleri arasında, Sultan III. Mehmed’in bizzat katıldığı bir seferde, Osmanlı ordusunun Avusturya (Nemçe) İmparatorluğu ve Erdel Krallığı kuvvetlerine karşı kazandığı bir zaferdir. Ancak Osmanlı tarihinde bu zafer, hiç beklenmedik bir bozgunun ve paniğin ardından kazanıldığı için ayrı bir öneme sahiptir.


 

Türk öncü kuvvetleri, Avusturya ordusuna ağır kayıplar verdirir. Ancak tüm hatlarıyla Osmanlı ordusunun merkezine yüklenen Avusturya ordusu, yeniçerileri şaşırtan ateş gücü ile Osmanlı kuvvetlerinde oldukça büyük kayıplara neden oldu. Sultan III. Mehmed'in otağına çekilmesi ve Sadrazam İbrahim Paşa'nın da padişaha ordunun geri çekilmesini telkini ile orduda genel bir bozgun havası esmeye başlar. Vaziyet, savaşın kaybedildiği yönünde iken ve bizzat Sultan geri çekilmeye hazırlanırken ortaya tabiri caizse bir kahraman çıkar: Hoca Sadeddin Efendi.

Aynı zamanda Sultanın hocası olan Sadeddin Efendi, Sultan Mehmed’in atının dizginlerini eline alır ve düşmana karşı dimdik, sabitkadem ayakta durmasını telkin ederek hezimetin zafere dönüşmesinde unutulmaz önemde ve tarihe geçen bir görevi üzerine alır.


Osmanlı tarihi çalışmalarının iyi pirim yaptığı bugünlerde, Kanuni Sultan Süleyman ve Hürrem Sultan hakkında ortaya atılan iddialar ve görüntüler karşısında, Osmanlı muhibleri ve tarihçileri adeta şaşkınlık içindeler. Esasında gerek bu iki şahsiyet, gerekse diğer pek çok Osmanlı hanedan mensubu veya her türlü Osmanlı yöneticisi, mensubu hakkında şimdiye kadar çeşitli iddialar ortaya atılmış ve atılmaya devam etmektedir.

Hiç şüphesiz altı asır üç kıtada hâkimiyet süren bir devlet hakkında her türlü iddianın yazılması kaçınılmazdır. Bunların hemen pek çoğu ilmî gerçeklerden uzak olup, daha çok oryantalistlerin hayal gücünden kaynaklanmaktadır.

Haçlı Seferleri'nden bu yana kendilerine göre “Şark” olan İslam dünyasının zenginliği ve refahı hakkında hayaller kuran ve fanteziler üreten oryantalistlerin ortaya attığı uydurma senaryoların bugün filmlere konu olması, Avrupa itibariyle çok da yeni değildir. Ancak ülkemizde böyle bir şeyin uygulanmaya konması, tabi ki hayret vericidir. İngiltere’de Tudors adıyla yayınlanan dizinin kötü ve hatalı bir taklidi olan bizdeki söz konusu dizinin farklı bir tepkiyle karşılaşması, hiç şüphesiz her iki toplumun “tarih ve saygı” algılarının çok farklı olmasından kaynaklanmaktadır.


Osmanlı Sultanı Abdülmecit'in torunu Fethi Sami Bey'in kızı Leyla Sami Hanımefendi bu durumun ortaya çıktığı sözde kanuni dönemini konu edinen dizi için haklı olarak, "…sadece para için yapılmış, saçma ve ciddiye alınmaması gereken bir yapım…" olarak değerlendirdikten sonra sözlerine, dizinin cinsel içeriğinin ve tarihi hatalarının gelecek nesiller için büyük bir tehdit oluşturduğunu da eklemektedir.


 

Bu ve buna benzer dizi, film ve çalışmalarda hedef ne olursa olsun netice olarak izleyicilerin –ve özellikle gençlerin- akıllarında yanlış ve hatalı bir Osmanlı imajının oluşmaya başladığı bir gerçektir. Bu olumsuz imaj, özellikle Osmanlı ve tarihimiz ile ilgili hemen hiçbir bilgiye sahip olmayan insanlarda çok ciddi yıkıcı bir etki yapmaktadır. Bu tür konuların doğru bir şekilde ortaya konulup uzman kişilerce değerlendirilmesi gerekir.

Söz konusu dizinin ortaya çıkardığı panik havasının yoğun olduğu günlerde geniş izleyici kitlesine sahip bir televizyon kanalı, konuyu tartışmak ve hakikati göstermek üzere bir program yapmıştı. Söz konusu programa davet edilen kişilerden birisi bir turizm rehberi, diğeri de Osmanlı hanımları üzerine bir adet kitabı bulunan bir hanımefendiydi. Kuşkusuz, her ikisi de alanlarının belki uzmanıdır. Ancak böylesine hassas ve önemli bir konuda televizyonda konuşulacak kişilerin daha iyi seçilmesi gerekmez miydi?

Muhakkak her kesimden insanın doğruları ifade etme hakkı olmalıdır. Ancak Haçova’da olduğu gibi, Sultanın atının dizginlerini tutacak ve galibiyeti hazırlayacak bir yiğit öncülük etmelidir. Savaşın kaderini tayin eden mutfak erbabı ve artçılar sonradan geleceklerdir.

Öyleyse burada Hoca Sadeddin Efendi rolünü oynayacak yiğit kim olmalıdır?


Bu soruya verilecek cevap, bu satırların yazarına göre çok basittir; O gün Hoca Sadeddin Efendi’nin fert olarak yaptığı yiğitliği bugün kurumsal manada yapacak kurumların kurulmasıdır.


O kadar uzun süre, muazzam geniş bir coğrafyada hüküm sürmüş Osmanlı Devleti ile ilgili bugün Türkiye sınırları içinde kaç adet Kanuni Sultan Süleyman Devri Araştırmaları Merkezi vardır? Böylesine özel bir merkezi bırakın, maalesef doğru düzgün Osmanlı Araştırmaları Merkezi sayısı bile fazla değildir.


Hâlbuki Kanuni Sultan Süleyman, Fatih Sultan Mehmed ve Sultan II. Abdülhamid gibi sıra dışı her padişah için pek çok üniversitede araştırma merkezleri açılmalı ve bu dönemlerle ilgili son derece detaylı araştırmalar yapılması şarttır. Hatta bu tür araştırma merkezlerinin sayısı tarih boyunca kurulan Türk devletleri kadar çok olmalı ve daha da ileri gidilerek, bu devletlerde önemli görevlerde bulunmuş Sokullu Mehmet Paşa, Köprülüler, Nizamülmülk vs. devlet adamları ile ibn Sina, Farabi, Takiyüddin, Ali Kuşçu, Katip Çelebi, Evliya Çelebi gibi devasa ilim adamları hakkında ayrı ayrı araştırma merkezleri kurulmalıdır.

Bugün sadece Başbakanlık Osmanlı Arşivlerinde yüz elli milyon belgenin varlığından bahsediliyor. Bu belgelerin daha tasnifleri bile profesyonel bir şekilde yapıl(a)mamış ve belgeler üzerine araştırmalar, yayınlar ortaya konmamıştır. Böyle merkezlerin kurulmasıyla bütün arşivlerde çok detaylı araştırmalar yapılmalı, ayrıca yurt içinde ve dışında kütüphanelerde bulunan yüz binlerce el yazması eser, hakikatlerin ayan beyan ortaya çıkması için incelenmelidir. Osmanlı Tarihi ile ilgili belgeler ve kitaplar, sadece Türkiye sınırları içinde değil, Osmanlının hüküm sürdüğü veya çeşitli vesilelerle ilişki içerisinde olduğu dünyanın pek çok ülkesinde bulunmaktadır.


Sadece Venedik Arşivi bile bu konuda çok mühim bir yer tutar. Gerek Osmanlı gerekse diğer Türk devletlerinin tarihlerinin incelenmeleri konusunda kurulacak kurum ve merkezlerle ilgili Türk Tarih Kurumu iyi bir organize ile bu işi profesyonelce yürütebilir. Kurumun bu işi yapabilecek her türlü imkânı bulunmaktadır. Tabi bu araştırmaların doğru yürütülebilmesi için Osmanlıca başta olmak üzere Arapça, Farsça ve hatta Batıdaki sayısız eser üzerinde ana kaynaklardan çalışabilmek için Latince ve Eski Yunanca bilen elemanlara ihtiyaç olacağı da unutulmamalıdır.

Eğer bugüne kadar Kanuni Sultan Süleyman Devri Araştırmaları Merkezi adı altında bir kurum olsaydı, bugünkü tartışmaların karşısına çıkıp Kanuni adına açıklama yapıp, cevap hakkını bi-hakkın kullanmış olacak ve en azından pek çok kişi, böyle akademik bir kurumun yaptığı açıklamalar sayesinde doğru bir Osmanlı, Kanuni ve Hürrem bilgisine sahip olacaktı.


Osmanlı için ilmi hakikatlere dayanan doğru bilgilerin yer alacağı detaylı araştırmaları yapabilmek için, tabi öncelikle Türkiye Cumhuriyeti’nin Osmanlı geçmişini tamamıyla kabul etmesi ve koparılıp atılmış olan bağları tekrar sağlam bir şekilde yerine koyması gerekir.


www.timeturk.com – 05.02.2011

Hiç yorum yok: